Herkesin cumhurbaşkanı olacağım!

Mehmet Ali Şahin adaylarının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğunu açıkladı. Sinevizyon gösterisinin ardından Erdoğan davetlilere yönelik konuşma yaptı.
Herkesin cumhurbaşkanı olacağım!
2020-08-11 06:40:55   Güncelleme: 2021-09-05 00:13:37    
İşte Erdoğan'ın konuşmasından satır başları:

Alemlerin rabbi Allah’a hamd olsun. Mülkün sahibi Allah’tır. Zaferin sahibi sadece ve sadece Allah’tır. Bu davayı bu hareketi bu mücadeleyi işte bugünlere eriştiren rabbime sonsuz hamdü senalar olsun. bu davanın bayraktarlığını yapmış her bir kardeşime rabbim rahmet etsin, onlardan razı olsun.



'BUGÜN GÜZEL BİR YOLCULUĞA HAZIRLANIYORUZ'
Çıktığımız kutlu yolculukta rabbim ayaklarımızı doğruluk üzere sahip kılsın. Ya Rab sen ki kullarının hareketini takdir ettin, senin iznin olmadıkça hiçbir şey hareket etmez. Bizim hareketlerimizi doğruluk üzre kıl. Yarab bizim göğsümüzü genişlet, hayır işlerimizi kolaylaştır.

'AMİN, AMİN, AMİN'
Bugün bir güzel yolculuğa hazırlanıyoruz. Bizi kibirden muhafaza et yarabbi. Bizi ailemizi bütün yol arkadaşlarımızı yolların tuzaklarından koru Allah’ım. Selçuklu Sultanı Alparslan gibi kefenimizi giyerek, Kudüs Fatihi Eyyübi gibi zaferin kılıç ve atlarda değil Allah katında olduğuna inandık. Sen ki her şeye gücü yetensin bu mübarek günde dileğimiz odur ki bu milleti bir kez daha zaferle müjdele ya Rab. Bugün çıktığımız kutlu yolculuğu Türkiye için milletimiz için hayırlara vesile eyle ya Rab. Amin, amin, amin.

“UZUN İNCE BİR YOLDAYIZ GİDİYORUZ GÜNDÜZ GECE”
Her birinize sonsuz teşekkür ediyorum. Bu anlamlı günde bu güzel buluşmada heyecanımızı bizlerle paylaşan siz değerli yol arkadaşlarımız yürekten selamlıyorum. Sizin şahsınızda Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarını aziz milletini bizim heyecanımızı paylaşan yeryüzündeki dost ve kardeşlerimi selamlıyorum.

Şahsımız 12’nci cumhurbaşkanlığı için aday gösteren tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Uzun ince bir yoldayız gidiyoruz gündüz gece. Bilmiyorum ne haldayız gidiyoruz gündüz gece. Bireyselleştiriyorum. Dünyaya geldiğim anda, yürüdüm aynı zamanda, iki kapılı bir anda, gidiyorum gündüz gece. Düşünülürse derince Uzak görünür görünce Yol bir dakka miktarınca Gidiyorum gündüz gece.

1994 yılıydı. İstanbul’da gece gündü koşturuyorduk. İstanbul’un her semtine ulaşmaya çalışıyorduk. Manşetlerin şevkimizi kırmasına müsaade etmiyorduk. Birileri günler öncesinden zaferlerini ilan ederken, biz milletin takdirinin farklı olduğunu hissediyor koşturuyorduk.

“7-8 YAŞLARINDA BİR KIZ ÇOCUĞU YANIMA GELDİ…”
İstanbul’un yoksul mahallelerinden birindeydik. Kalabalığın içinden 7-8 yaşlarında bir kız çocuğu yanıma geldi. Elini uzattı, elimi tuttu. Bunları annem gönderdi dedi. Annem, seçildikten sonra sakın bizi unutmasın dedi. İki tane bileziği elime tutuşturdu. Daha ne olduğunu anlayamadan kendisi de o incecik bileğindeki oyuncak bileziği çıkardı onu da elime tutuşturdu. Ben daha bir şey söyleyemeden, o yavrucak kaybolup gitti.

“BEN ASIL O GÖZLERİ UNUTMADIM”
O bilezikler İstanbul’dan büyükşehir başkanlığı makamında karşımda oldu. Ben asıl o gözleri unutmadım. Aradan 20 yıl geçti, o gözündeki parıltıyı umudu unutamadım. Pınarhisar’da yatarken, karşımda hep o çocuğun bakışları vardı, o elime tutuşturduğu bilezikle bileğinden çıkardığı oyuncak bilezik.

“ATTIĞIM HER İMZADA O GÖZLER KARŞIMDAYDI”
AK Parti’yi kurarken gözümün önünde o çocuğun gözleri vardı. Ankara’da başbakanlık görevini yürütürken karşımda o masum gözler vardı. Attığım her imzada o gözler karşımdaydı. Gece yorgun başımı yastığa koyarken sabah uyanınca o gözlerindeki heyecan umut o parıltı beklenti hep karşımdaydı.

“BİZ SİYASETİ İŞTE O TEMİZ YÜREKLER İÇİN YAPTIK”
Ne o gözleri, ne de verdiği mesajı bir an olsun aklımdan çıkarmadım. Annesi seçildikten sonra bizi unutmasın demişti ya. Allah’a hamdolsun o büyük emaneti, büyük mesajı hiçbir zaman unutmadık, unutmadım. Biz siyaseti işte o temiz yürekler için yaptık. Vatanı için, toprağı için, bayrağı için canını veren aziz şehitlerimizi hiçbir zaman unutmadık, siyaseti onlar için yaptık. 20 yaşındaki yavrusunu, aslanını askere gönderen, şehit bedenini teslim alan, vatan sağ olsun diyen o kahraman yürekleri o anne baba yüreklerini hiçbir zaman unutmadık ve siyaseti onlarla beraber, onlar için yaptık.

İstanbul’un işgal edildiğini duyunca, sofrasında yiyecek ekmeği dahi yokken, kolundaki bileziği, parmağındaki yüzüğü çıkartıp, Pakistanlı kadını hiçbir zaman unutmadık. İslam coğrafyasını hiçbir zaman unutmadık. Siyaseti hep onlar için yaptık. Biz siyaseti maden ocaklarında helal rızk peşindeki işçi kardeşlerimiz için yaptık. İstanbul Sultangazi’deki, Ankara Altındağ’daki, Diyarbakır’daki Türkiye’deki tüm kenar mahalleleri için yaptık. Dicle’nin kenarında koyunları kurtlar kapıyordu. O büyük emaneti omuzlamak için siyaseti yaptık.

Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkencelerin, Metris’teki adaletsizliğin hesabını sormak için siyaset yaptık. Başörtülü olduğu için üniversiteli kapılarından döndürülen gözü yaşlı kızlarımız için siyaseti yaptık. Cezaevinde çocuğunu ziyarete giden, ana dilini konuşması yasak olan evladıyla sadece bakışarak sohbet etmek zorunda kalan ciğeri yanık anneler için siyaset yaptık.

“FİLİSTİN İÇİN, MISIR İÇİN, SOMALİ İÇİN, AFGANİSTAN’IN MAZLUMLARI İÇİN SİYASET YAPTIK”
Yoksul olduğu için insan yerine konulmayan adam gibi adamlar için siyaset yaptık. Okulda mahkemelerde itelenen o temiz yürekler için siyaset yaptık. Gurbette unutulan vatandaşlar için, balkanlarda terk edilmiş vatandaşlarımız için, Filistin için, Mısır için, Somali için, Afganistan’ın mazlumları için siyaset yaptık.

“SİZDEN ANCAK ÖLÜ YIKAYICISI OLUR DEDİLER”
Biz siyaseti vatan için, istiklalimiz ve istikbalimiz için yaptık. Seçildikten sonra bizi unutmasın diyen tüm unutulmuşlar, kimliği kültürü hakları özgürlükleri tüm elinden alınmışlar için siyaset yaptık. Daha ilk gençlik yıllarımızdan itibaren bizi anlamayanlar, anlamak istemeyenler, tahkir edici sıfatlarıyla bizi denklemin dışında tutmak istediler. İmam hatipte okuyoruz diye bizi tahkir ettiler. Sizden ancak ölü yıkayıcısı olur dediler. Bize mürteci dediler. Namaz kılıyoruz diye gerici dediler. Bu milletin içinden geliyoruz diye, evine ayakkabısını çıkararak girenlere, sofraya diz kırarak yemeğinin başına geçenlere, evet farklı gördüler ve gerici dediler.

Bu toprakların değerlerini savunuyoruz diye farklı gözle baktılar. İnancının gereği başını örten eşlerimize, kızlarımıza, bacılarımıza hayatı dar ettiler. Mücadelemiz yükseldikçe saldırılarını artırdılar. Kimi zaman partimizi kapattılar, kimi zaman şiir okuduk diye hapsettiler. Muhtar bile olamaz diye manşet attılar. Başbakan olamaz dediler, cumhurbaşkanı seçemez dediler.

“BİZ BAŞKALARININ KAPLARINDA KALIPLARINDA ERİYENLERDEN OLMADIK”
Bugün nasıl ki Mısır’da Suriye’de Irak’ta demokrasiyi insanlardan esirgiyorlarsa, on yıllar boyunca da bize demokrasiyi hak olarak görmediler. Şunu bütün kalbimle ifade ediyorum. Biz başkalarının bize ne dediğine bizi nasıl tarif ettiğine bakmadım. Biz başkalarının kaplarında kalıplarında eriyenlerden olmadık. Yaranmanın kendimizi kabul ettirmenin derdine düşmedik.

“SOĞUKKANLI OLDUK SABRETTİK”
Diklenmeden dik durduk. Ağır başlı olduk, soğukkanlı olduk sabrettik. Allah’ın yardımı ne zaman diye soruların sorulduğu dönemde sabredin Allah’ın yardımı yakındır diyenlerden ve buna inanlardan olduk.

“HER YENİLGİYLE DAHA DA BİLENDİK”
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer olduğuna inandık. Göklerin üstünde bir karar olduğuna inandık. Her yenilgiyle daha da bilendik. Onlar dışladılar, biz daha da azmettik. Her darbeyle daha da güçlendik. Tüzüklerle manşetlerle çarpışarak darbelere göğüs gererek büyüdük. Kriterimiz her zaman hak oldu. kimin ne dediğine değil milletin ne söylediğine baktık. İşte onun için Yunus Emre’nin şu muhteşem dizesini yüreğimizin hafızamızın ve siyasetimizin en mutena müstesna yerine yazdık “yaradılanı severim yaradandan ötürü”

“TÜRKİYE BİZE OY VERENLER KADAR VERMEYENLERİN DE ÜLKESİDİR”
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” dedik. 77 milyonun her bir ferdini kendi nazarımızda sadece insan olarak, yaradılmışların en şereflisi olarak gördük. Bizi sevmeyenleri de sevdik. Bize oy vermeyenlere ayrım yapmaksızın hizmet götürdük. Türk demedik, Kürt demedik, Musevi demedik, Alevi demedik, insana insan olduğu için değer verdik. Nerede insan varsa, nerede nefes alıp veren bir can varsa, oraya ulaşmanın derdi mücadelesi içinde olduk. Bu büyük ülke Türkiye bize oy verenler kadar vermeyenlerin de ülkesidir. Biz Türkiye’yi onlar için de büyüttük. Bu güzel ülke bizi sevmeyenlerin de ülkesidir.

Türkün meselesi ne kadar bizim meselemizse, Kürdün, Arabın, Romanın velhasıl meselesi de o kadar bizim meselemizdir dedik. Müslümanın meselesini çözmeye çalıştığımız kadar, azınlıkların gayri Müslimlerin sorunlarını çözmeye çalıştık. Yoksulun yolda kalmışın garibin gurebanın mazlumun mağdurun etnik kökenine kimliğine mezhebine bakmadan elinden tutmanın ona yaren olmanın yol arkadaşı olmanın samimi mücadelesi içinde olduk.

“HİÇBİR ZAMAN KUTUPLAŞTIRAN OLMADIK”
Siyasete başladığımız günden itibaren yeni bir Türkiye’nin hayalini kurduk. 77 milyonun kardeş olduğu bir Türkiye hayal ettik. Hiçbir zaman kutuplaştıran olmadık. Biz bize yapılanı başkasına yapmadık. Son 30 Mart seçimlerinde de dikkat edelim, Türkiye’nin tüm illerinde AK Partimiz var. İşte kazandığımız ilçelerle neredeyse AK Partimiz var.

Ama diğer siyasi partilere bakıyorsunuz, onlar lokal. Kimisi belli etnik unsurun, diğeri farklı, bir diğeri de kumsalların partisi olarak kalmış. Ama AK Parti her yerde var. İnkar etmedik, reddetmedik. Asimilasyon yoluyla hiç kimseyi kendisine benzetmenin peşinde olmadık.

“KORKMADAN ÇEKİNMEDEN ‘SİZ KİMSİNİZ’ SORUSUNU SORDUK”
200 yıldır bizi tarihimizden koparmak istediler. Ecdadımızdan koparmak istediler. İddialarımızdan vazgeçmemizi istediler. Herkesin karşısında el pençe divan durmamızı istediler. Bir kalıba girmemizi istediler. O kadar ileri gittiler ki, Türkiye’de gündem belirlemek, kibirle parmak sallamak istediler. İşte biz siyasi tarihimiz boyunca korkmadan çekinmeden siz kimsiniz sorusunu sorduk. Evet, siz kimsiniz? İçerde ve dışarda siz kimsiniz? Bize tepeden bakma, kibirle bakma cüretini nereden buluyorsunuz? Biz halkız. Biz Alparslan’ın, Süleyman Şah’ın Osmangazi’nin torunlarıyız. Biz Fatih’in, Yavuz Sultan Selim’in mirasçısıyız. Gazi Mustafa Kemal’in, Menderes’in Özal’ın Erbakan’ın hatırasını muhafaza edenleriz. Biz destanlarını kanla yazmış şehitlerimizin takipçisiyiz.

Bu ülkenin çocuklarına aydın bir gelecek umudu aşıladık. Bu aziz millete hayal gibi görünen seviyelerin ulaşılabilir olduğunu gösterdik. Biz bir çığır açtık. İnşallah arkamızdan gelen nesiller kadim medeniyet sancağımızı çok daha burçlara dikmenin mücadelesini verecekler. 2007 yılında az önce Mehmet Ali Bey de ifade ettiler. Türkiye Cumhuriyeti’nin 11’nci cumhurbaşkanını seçmeye hazırlanırken, karşımızda vesayetin ve statükonun soğuk yüzünü bulduk. Bize milletin partisine cumhurbaşkanı seçtirmek istemediler. Hukuku katleden yorumlarla seçimi bir kaos ve krize çevirmek istediler.

Cumhurbaşkanının meclis tarafından değil halk tarafından seçilmesi basit teknik bir değişiklik değildir. Bu sadece yöntemin değişmesi değildir. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bir tarihin vesayetler tarihinin bu ülkede kapatılmasıdır.

“GAZİ MUSTAFA KEMAL’İN ÖLÜMÜNDEN BİR GÜN SONRA, ASKERLER TBMM’Yİ KUŞATTILAR”
11 Kasım 1938’de yani Gazi Mustafa Kemal’in ölümünden bir gün sonra, askerler TBMM’yi kuşattılar. İsmet İnönü, askerler tarafından kuşatılmış, cumhurbaşkanı seçildi. Çok manidardır burası. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle, Celal Bayar cumhurbaşkanı seçildi. Ancak bu ilk sivil cumhurbaşkanını 1960 yılında derderst ettiler. İdama mahkum ettiler. Yaşı büyük olduğu için idam edemediler. 1961 yılında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde enteresan bir hadise yaşandı. Ali Fuat Başgil, dönemin partilerinin telkiniyle, 4’ncü cumhurbaşkanı olmak istedi. İstanbul ve Ankara’da büyük bir kalabalık tarafından karşılanır. Adaylığı açıklayacağı sırada başbakanlığa çağırırlar. İki general, adaylıktan vazgeçmesini söyler. Eğer aday olursa Meclis açılmadan dağıtılacağını, seçimlerin iptal edileceğini, askeri idarenin devam edeceğini söylerler. Hatta bir general, aday olmaya hazırlanan Ali Fuat Başgil’e şunları söyler “hoca bil ki sen cumhurbaşkanı olursan ne top atılır ne tören yapılır. Senin cipin hazır. Koyacaklar seni bir cipe. Yukarda bir yere götürecekler orada akıbetin meçhul”

O gün Başgil’in yanında olanlar, kendisi için kazılan mezarın gösterildiğini de anlatıyorlar. Aday olması önlenir. Yerine 27 Mayıs darbesini yaban Cemal Gürsel aday olur ve asker üniformasıyla yemin eder. Tıpkı birilerinin seçildiği gibi ülkemizde Mısır’da şurada burada.

İsmet İnönü, 1960 darbesini yapanlar, cumhurbaşkanlığı makamını halkın karşısına ceberut devlet olarak koydular. İşte Halk Partisi bu. TBMM’de seçilmiş vekiller olacak, başbakanlıkta o vekillerden oluşan hükümet olacak. Ama cumhurbaşkanı devleti temsil eden konum olacaktı. Türkiye’de hemen her cumhurbaşkanlığı seçimi olay oldu. Her seçim sırasında vesayet ve siyaset karşı karşıya geldi. Maalesef çok azında siyaset kazandı.

“ESKİ TÜRKİYE’NİN RUHUNU GERİ ÇAĞIRABİLECEKLERİNİ ZANNEDİYORLAR”
10 Ağustos’ta sadece cumhurbaşkanı seçilmeyecek. Ayrıca vesayetler dönemi de kapanmış olacak. Halkın seçtiği, halktan bir cumhurbaşkanı göreve gelecek fark bu. Biliyorsunuz şu anda çatı ne diyor? Cumhurbaşkanının siyaset dışı olmasını savunuyor. Bunu savunmak bir defa siyaseti inkar etmektir. Cumhurbaşkanının siyaset dışından olmasını savunmak, İsmet İnönü’nün Cemal Gürsel’in yaptığı gibi vesayeti savunmaktır. Siyaset dışı cumhurbaşkanıyla, eski Türkiye’nin ruhunu geri çağırabileceklerini zannediyorlar.

“BU DÖNEM ARTIK KAPANDI”
Cumhurbaşkanı tarafsız olsun derken, cumhurbaşkanının devletin tarafında milletin karşısında durmasını istiyorlar. Bu dönem artık kapandı. Millet meseleye el koydu. Meclis’i seçen, hükümeti belirleyen millet, 10 Ağustos’tan itibaren inşallah cumhurbaşkanını da doğrudan seçecek.
İnsanını yaşatmayan devlet payidar olamaz. Mesafe koyan devlet adil bir devlet olamaz. Cumhurbaşkanlığının milleti temsil eden bir makam haline dönüşmesiyle, Türkiye vesayet zincirinin en büyük halkasından kurtuluyor.

“HALKIN SEÇTİĞİ CUMHURBAŞKANI HERKESİN CUMHURBAŞKANIDIR”
Eğer milletim takdir eder, cumhurbaşkanlığına bu kardeşinizi getirirse, şunu herkesin bilmesini istiyorum, devletle milleti kucaklaştıran, milletin ve demokrasinin tarafını tutan bir cumhurbaşkanı seçilmiş olacaktır. Halkın seçtiği cumhurbaşkanı herkesin cumhurbaşkanıdır. Herkesin hakkını hukukunu gözetecek cumhurbaşkanıdır. Yetkilerini millete karşı değil, millet için kullanan cumhurbaşkanıdır.

“HALKIN SEÇTİĞİ CUMHURBAŞKANI VE HALKIN SEÇTİĞİ BAŞBAKAN TÜRKİYE’Yİ UÇURACAKTIR”
Bakınız Cumhurbaşkanı, cumhuriyeti, cumhuru ve cumhurun birliğini temsil eder. Kimse kimseyi aldatmasın. Görevi budur. Devletin bütünlüğünü sağlamak cumhurbaşkanının en büyük vazifesidir. Halkın seçtiği cumhurbaşkanı ve halkın seçtiği başbakan Türkiye’yi uçuracaktır.

Şunun altını çizerek ifade etmek istiyorum. Büyükşehir belediye başkanı seçildiğimde, bana oy verenlerin değil, bütün İstanbulluların şehremini oldum. Milletim bana başbakanlık vazifesini yüklediğinde, 77 milyonun başbakanı olduk. 10 Ağustos’ta eğer seçilirsek, asla bir kesimin bir partinin değil Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı olacağız.

“EĞER SEÇİLİRSEK İNŞALLAH FARKLI BİR CUMHURBAŞKANLIĞINI ORTAYA KOYACAĞIZ”
Bize oy versin ya da vermesin hiç kimsenin endişesi olmasın. 10 Ağustos’ta AK Partililerin, CHP, MHP, HDP’ye gönül verenlerin tüm siyasi görüşlerin oylarına talip olduğumuzu, onların da oylarını alacağıma inanıyorum. Bundan şüphem yok. Görevim süresince tek ama tek gayem var. 77 milyona hizmet üretilmesini sağlamak olacaktır. Eğer seçilirsek inşallah farklı bir cumhurbaşkanlığını ortaya koyacağız. Ekonomiyi büyütmek, demokrasiyi ileri standartlara kavuşturmak, AB’ye tam üye olmak için daha çok çalışacağız.

“ORASI BİR DİNLENME MAKAMI ASLA OLAMAZ, OLMAYACAKTIR”
Bugüne kadar Türkiye’ye aziz milletimize karşı her türlü saldırıya karşı dik durduk. Şunu bilmenizi istiyorum. Bu mücadelenin aynı şekilde kararlılıkla hatta daha da güçlü şekilde süreceğinden kimsenin endişesi şüphesi olmasın. Bizim için cumhurbaşkanlığı makamına çıktığımız zaman orası bir dinlenme makamı asla olamaz, olmayacaktır.

Çözüm sürecini bedeli her ne olursa olsun sürdüreceğimizi ifade ettim. Cumhurbaşkanlığımızda da çözüm sürecinin sekteye uğramasına asla müsaade etmeyiz.

“BU KİRLİ YAPIYI HUKUK İÇİNDE TAMAMIYLA TASFİYE EDECEĞİZ”
Aynı şekilde paralel devlet yapısıyla mücadele, cumhurbaşkanlığımız döneminde çok daha güçlü süreceğini özellikle ifade etmek isterim. Milletin birliğinin yanında ulusal güvenliğimizi tehdit eden tüm girişimlere karşı cumhurbaşkanının birinci derece görevi vardır. Paralel devlet yapılanmasına asla müsaade vermeyeceğiz. Bu mücadeleden zerre kadar taviz vermeyeceğiz. Bu kirli yapıyı hukuk içinde tamamıyla tasfiye edeceğiz.